top of page

The worst person in the world

  • Yazarın fotoğrafı: Merve Karasari
    Merve Karasari
  • 20 Haz 2022
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 23 Haz 2022

Merhaba Mubi üyeliği! Sinebu'dan fiziksel ve ruhsal olarak uzak kalmışlığın kendime getirisi yeni mubi üyeliğidir. Önceden ne güzel öğrenci tarifesi ile uyguna üyeliğimi sürdürebiliyorken artık öğrenci olmadığım gerçeği ile de yüzleştim bu filmi izlemeye çalışırken. Sadece bu filmi izlerken değil birkaç gün önce sokakta tanıştığım köpek gezdiren çocuk 'E sen neler yapıyorsun?' diye sorunca da biraz kekelemiş ve gerçekleri daha da çok fark etmiş olabilirim. -Evet merve artık öğrenci değilsin.-

Comfort zone tabiri ile şu aralar sıkça içli dışlı olduğumun farkındayım. Hayatımda bir geçiş aşamasında olduğumdan ötürü sürekli güvenli alanımdan çıkıyorum ve bunun ne kadar sancılı bir durum olduğunu iliklerime kadar hissediyorum :) Filmde başroldeki aşırı güzel kahramanımızın sürekli çat çat bu güvenli alandan çıkması bu kadar cesur olması kendini keşfederken birçok şeyi kolayca(?) geri plana atabilmesini izlemek beni çok gerdi. Biraz kızdım, biraz anladım, biraz soğuk buldum, biraz sıcak buldum. O kadar çok hissi aynı anda yaşadım ki filmi izlerken, film bittiğinde hangi hisse odaklanacağımı bilemedim.

Öncelikle bu filmi vizyondayken kaçırdığım için çok mutsuz olduğumu iletmeliyim. Bu filmden sonra anladım ki benim film izleme yerim ev değil sinema. Kendimi filmin içinde daha fazla bulabiliyorum sinemada izlerken. Benim gibi dikkati dağınık bir insan sinemada filme pür dikkat odaklanabiliyor. -Bu zor bulunan gizli odaklanma anım bir de puzzle yaparken ortaya çıkıyor.- Filme gelecek olursam, karakterlerin işlenme şeklini çok sevdim. Kuzey filmlerinde beklenen o soğukluk bu filmde yoktu. Karakterlerin hisleri seyirciye çok güzel aktarılmıştı. Ayrıca Oslo'da havanın karanlık kalma süresinin kısa olması ne kadar da hoştu :) -Buradan finlandiyada geçirdiğim 'kısacık' yaz gecelerine öpücükler yolluyorum.- Bu filmin ait olduğu Oslo üçlemesini izlemedim. Ama bu filmden sonra izleyeceğim.

Eivind ile tanışma sahnesi ne tatlı sahneydi öyle. Okuduğum birçok yorum yazısında birçok kişi, herkesin durup Julie'nin Eivind'a koştuğu sahneyi övmüş. Bence yanılıyorlar ya da biraz bu sahneyi abartıyorlar. Filmdeki en tatlı olay Julie'nin Eivind ile tanışmasıydı ve bu sahne konuşulmayı daha çok hakediyor. Ah o ne tatlı iletişimdi öyle. Ne kadar sıcak ve samimi hissettirdi. Olasılıklar ne güzel ard arda dizilmişti. Atılan kahkahalar, paylaşılan sırlar ne kadar içtendi. Sahnenin akışı, oluşu kuruluşu da son derece doğal ve gerçekçiydi. Julie'nin kendini hiçbir şey başaramamış hissetmesinin ardından ortamı terk edip kendine heyecan yaratmak istemesini, iyi hissetmek için yepyeni bir ortama girmesini o kadar iyi anlatmış ki ağzım açık izledim bu duygusal değişimi. Ya da bende yansıması olan bir duygu dizilimi olduğu için en çok bu sahneden etkilendim diyelim :) E azıcık kendini iyi hissetmek için doktor rolüne de girmesi harikaydı gerçekten. O ilk tanışmaları muhabbetin inanılmaz keyifli olması birbirlerine olan çekimleri... İnsanın gerçekten imrendiği güzel bir romantik sahneydi. Ama gel gelelim Eivind'a. Çok sempatik ve tatlı bu karakterimiz kim nereye çekerse gitmiş biri. Kim ne söylediyse yapmış herkesin fikirlerini kendi süzgecinden geçirmeden kendi fikri gibi kabul etmiş. Julie bu karakterimizle zaten ilişki kuramayacak bir kadındı. Bence kendi de biliyordu bu durumu. Olayların, tanışmalarının getirdiği büyüleyici etki sayesinde sürdürüyordu ilişkiyi. Yani bu adamın çok iyi bir mesleği olmadığını, kendine ait tutkularının olmadığını, istediğin gibi bir karakter olmadığını bilmiyor muydun tatlım? Adamı küçük görüp yüzüne vurmak da ne? -Eivind'ın Julie'nin yazdığı yazıyı okuduğu sahnede o kadar sinirlendim ki filmi durdurup bir ara verdim-

Ben Aksel'in tutkularını, minik heyecanlarını, kendi hayatını güzelleştirmesini çok sevdim. Tutkuları olan, hayatına küçük yerlerden güzellik katan insanların bakış açılarını hep imrenerek seyretmişimdir. Mutfağındaki eski camını çok sevmesi, yarattığı çizgi roman karakterinin poposundaki çizgileri anlatması-göt deliği demek kaba hissettirdi-, hastanede tedavi sırasında kulaklığıyla dinlediği müziğe kendini kaptırması-bu sahnede gözlerim gerçekten doldu. Hayatın tüm akışına dur diyip sadece ana odaklanabilmesi müthişti- çocukluk apartmanında cam renklerini hatırlayışı... Bazen bu tarz yaşamak bana aşırı derece romantize edilmiş geliyor olsa da Akselin hayatını bu durumun güzelleştirdiğini hatta karakterinin en temel etmenlerinden birinin bu olduğunu gördüm. -Ben küçük anlara bu kadar odaklandığımda içimdeki bir ses bana 'abartma merve' der.- Julie'nin sürekli bir şeyleri terk etmesine sinirlensem de Aksel'den ayrılmasının doğru karar olduğunu düşünüyorum. Aksel ve Julie'nin iletişimini gördükçe ben bunaldım.-Her ne kadar adamı sevmiş olsam da ben de bu adamdan ayrılırdım Julie'cim- Ayrılma sahnesi birçok övgü almış ama bana hiç de samimi hissettirmedi. Hatta izlemek istemeyip next tuşuna basmak istedim. Ya da x2 ile izlemek de bir çözüm olabilirdi.

Yaratılan pure kötü baba karakteri için yönetmene kızdım. Sen her karakteri süsle püsle derinleştir kızın hayatındaki negatifliklerin suçunu atabilmesi için 'evil' bir baba yarat. Asla derinliği olmasın, direkt kötü olup kızın hayatını mahvetsin. Biraz yüzeysel geldi mi desem, kızın karakterini oturtmak için kötü baba figürü olarak kolaya kaçılmış mı desem bilemedim. Tabii film o kadar uzundu ki bir de bu karakter derinleştirmesine gerek görmemiş olabilirler ama böyle güzel bir filmde saf kötü birinin olması beni hiç mutlu etmedi. Ünlü film eleştirmeni merveden kötü not aldılar bu konuda -:D-

Filmi izledikçe bende uyandırdığı şeyler karmaşıklaştı. Hayatta hiçbir şeyden tam anlamıyla mutlu ya da tatmin olamayacağız. Hep bir eksik olacak. İçinde bulunduğumuz ilişki, iş, aile. Eksikliklerini hissettiğin, hatta mutlu olmadığın kolay ve rahat alandan ayrılma cesareti göstermek bence tebrik edilesi. Ama gittiğimiz seçenekler de tam anlamıyla tamam hissettirmeyecek ki. Ne zamana kadar bu en iyisini aramak, kişiye en uyanını bulmaya çalışmak sürecek bilmiyorum. Ne zaman dur diyeceğim kendime, ne zaman duracağım ya da ne zaman kendimi keşfedip olduğum yerin kendim için en iyisi olduğuna karar verebileceğim onu da bilmiyorum. Aslında güvenli alanı bırakmak da orada kalmaya karar vermek de zorlu bir süreç. Kendimde de zorlandığım ve sorguladığım bir nokta olduğu için belki de Julia'ya sinirliyim. Beni bu kadar gerçek bir sorunla karşı karşıya bıraktığı için de filmi sevmedim -:D- Ama aynı zamanda yaşadığım ikilemin bir film konusu olup somutlaştırılmış olması da hoşuma gitmedi diyemem. Bu aralar izlediğim filmlerin ruh dünyama kapı açıyor olması bana çok güzel geliyor. Kelimelere dökemediğim sorunlarımın film gibi görsel bir sanatla bana aktarılıyor olması, yaşadığım çelişkinin başkaları tarafından da yaşanıp analiz ediliyor olması 'sanat ne güzel şey yahu' dedirtiyor.

Ayrıca filmin ismine 'merve' olarak ba yıl dım. Her yaşadığı olayı, anı 'dünyanın en güzel hissi, yaşadığım en kötü an' gibi sınıflandıran merve için bu filmin adının dünyanın en kötü insanı olması cuk oturuyor. Güzel seçim, tebrikler :) :)


Not: Filmde zifiri gecelerin olmaması çok hoşuma gittiği için Finlandiya'da kararmayan gecelerden bir fotoğraf eklemek istedim. Bu fotoğrafı yurduma 5 dakikalık uzaklıkta olan gölden ben çektim. Odamın camından burayı izleyebiliyordum. Göldeki yansımalar film sahneleri kadar muazzamdı. Umarım yolum bir kez daha jyvaskyla'ya düşer.

ree

 
 
 

Yorumlar


Yazı: Blog2_Post
bottom of page