Çiçek
- Merve Karasari
- 17 Şub
- 3 dakikada okunur
Kapıyı açtığında, kafenin kapı zili tıngırdamıştı. İçeride rock müzik çalıyor olsa da ağacı gören tek kafe olduğu için içeriye girmeye karar vermişti. Ruh dünyası bu kadar çalkantılıyken, bir de ritmi ruh halini çalkalayacak şarkılar dinlemek istememişti. Ağacı gören bir masa bulup oturdu. Hemen kulaklıklarını taktı. Az önce Spotify'ın derinliklerinde saçma sapan bir şarkı dinlemiyormuş gibi Vivaldi'den 4 mevsimi dinlemek istedi. Parçanın kış kısmına geçip karşısındaki meyve vermiş mandalina ağacını izlemeye başladı. Hayata karşı hep romantik bir bakış açısı vardı. Bu durum kendisini de yorardı. Sürekli derin düşünmemek için kendisinden kaçar, kaçtıkça hızlanır, hızlandıkça da saklandıkları onu daha sıkı tutmaya çalışırdı. Ama bugün farklıydı. Bugün hayatında dur düğmesine basacak ve bir mola verecekti. Bugünü yatakta geçirmediği bir boş gün ilan etmişti. Kararından sonra adımları onu bu ağacın karşısına getirmişti. Yağmurlu günde meyve veren, etrafındaki ağaçların aksine hala yeşil olan bu ağaç. Kulağındaki piyona sesi onu bir yandan eski anılarına, İtalya'ya bir arkadaş sohbetine çekip durdu. Bu müzikle oluşturduğu anılarına, eski kendine dönüyordu dünyası. Bugün bu dünyadan kaçmayacaktı söz vermişti. Hayal dünyası anıları ile dolarken gözü ağacın arkasındaki taş binaya takıldı. Çok eski olan bu binanın taşları kararıp toz tutmuştu. Eski bir harabe mi, çok havalı bir taş bina mı karar verememişti. Bina o kadar sessiz sakin ve tozluydu ki kimsenin burada yaşamadığına karar verdi. Tam o sırada 2. katın camının önünde bir çiçek gördü. Solmadığına göre birileri burada yaşıyor olmalıydı. Az önce sokak sokak gezerken çiçekçiden kendine çiçek almak istemiş, ya öldürürsem onu hayatta tutamazsam diye tedirgin olup vazgeçmişti. Halbuki bu ölü soğuk binada bile canlı çiçek vardı. Çiçeği incelerken onu sulayan bir el gördü. Biraz daha kafasını kaldırdığında yaşlı gözlerle göz göze geldi. Ve kulağındaki piyanoda çalan 4 mevsim'in kış kısmı tam o sırada bitti.
Telefonun sesi ile uyandı. Erken saatlerde onu kimse aramazdı. İyi ki telefonu baş ucuma koymuşum diye düşündü. Bugün dizleri daha çok ağrıyordu. Gözlüklerini takıp telefona baktı. Kayıtlı olmayan bir numara arıyordu. Açtı, ama temkinliydi. Torunu sürekli telefon dolandırıcılarına karşı kendisini tembihliyordu. Telesatıcının sesini duyduğu gibi telefonu kapadı. Bugün günlerden ne olduğunu düşündü sonra saatin kaç olduğuna baktı. İlaçlarını almadan önce kahvaltısını yapmalıydı. Ağır ağır kalktı yatağından mutfağa yöneldi. Eşi vefat ettiğinden beri pek tadı yoktu. Kendini sürekli yalnız hissediyordu. Arada bir temizliğe gelen genç kız, karşı komşusu ve torunu onu hayata bağlayan kişiler olmuştu. Kahvaltısını hazırlarken yumurtasını çırpmaya karar verdi. Kendisi göz yumurtayı severken, eşi çırpılmış yumurta ister her sabah mini bir tartışma yaşarlardı. O gittiğinden beri hiç göz yumurta yememişti. Yumurtası tam kararında olmuştu, tuzsuz yemeye de alışmıştı. Sofrayı kurarken radyoyu açmıştı ama hiçbir kanal çekmiyordu. Biraz kanallar arasında gezmeye çalıştı, cızırtıdan başka bir şey bulamadı. Sofrasına tabak, çatal ve çayı da ekledi her şey tamamdı. Birden buzdolabının üstünde 'çiçek' yazan not kağıdını gördü. Zamanında torunu kendisine kedi sahiplenmesi için çok ısrar etse de kabul etmemişti. Ya kediden daha kısa ömrüm olur kedi yuvasız kalırsa diye korkup torununa söyleyememişti. Kedi, kuş, balık derken en son çiçekte anlaşmışlardı. Bu not o güzel çiçeği sulaması içindi. Torununun kendisinin hayata bağlanması için konuşabileceği, vakit geçirip sevebileceği bir canlı ile yaşaması için ısrar ettiğinin farkındaydı. Halbuki kendisi çiçek yetiştirmekten de korkuyordu. Hep soluyordu çiçekleri. Ama bu sefer torununu üzmemek için kararlıydı. Onu güneş alan bir camın önüne yerleştirmiş, toprağı ile düzenli ilgilenmişti. Söz vermişti, hergün unutmadan onu sulayacaktı. Bir bardak su doldurdu çeşmeden akan su berrak değildi, aşırı kireçten beyaz akıyordu. Geçen gazetede okuduğu 'çeşmeden su içmeyin' uyarısını hatırladı. Hemen tatlı su ile çiçeğini sulamaya karar verdi. Arka odaya geçip çiçeğini sularken onunla konuşmaya başladı. 'Sen benim hayatta tutabildiğim ilk çiçeksin, keşke seni eşim ile de tanıştırabilseydim.' O sırada gözleri karşı kafedeki genç kıza ilişti. Ne kadar da kendi gençliğine benziyordu. Kahve kıvırcık saçları, beyaz teni aynı kendisiydi. Kız tek başına oturmuş karşısına bakıyordu. Ne derdi var acaba, neden tek oturuyor, onun da mı kimsesi yok diye düşünürken, kız yüzünü kaldırıp kendisine baktı. Ve az önce cızırtı sesi yayan radyodan piyano sesi yükselmeye başladı. Kadın kendini İtalya sokaklarında arkadaşları ile muhabbet ederken buldu.

Comments